Dünya ekonomisi 2008 krizinden bu yana ciddi bir sarsıntı geçiriyor. Giderek bir kaos ortamına doğru evrilen bu sarsıntının temel dinamiğinin teknoloji ve dijitalleşme kaynaklı olduğunu artık bilmeyen kalmadı.
Türkiye’de ve elbette Bursa’da bu süreçten azade değil. Ekonomik süreçlerin her bir parametresinde büyük değişimler yaşanıyor. Ürün türleri ve içerikleri, üretim ve tedarik süreçleri, pazarlama ve satış kanalları, müşteri talepleri ve ilişkileri dahil hemen her alanda derin bir değişim gerçekleşiyor.
Açıkçası hemen her sektörde çok sayıda şirketin bu değişim dinamiklerini kavrayamadıklarını ve bu değişime uyum sağlama kapasitelerini her geçen kaybettiklerini görüyoruz.
Bursa’da 18 Organize Sanayi Bölgesi(OSB) ve buralarda otomotiv, tekstil, makine başta olmak üzere farklı sektörlerde faaliyet gösteren binlerce şirket var. Yine son verilere göre BTSO’ya kayıtlı 40 bin şirket bulunuyor.
TÜİK istatistiklerine göre Bursa 2017 yılında 14 milyar dolar ihracat, 9 milyar dolar ithalat rakamlarına sahip. Türkiye ihracatının yüzde 10’unu Bursa tek başına gerçekleştiriyor.
Peki, 10 yıl sonra bu şirketlerden kaçı ayakta kalacak? İhracat, ithalat rakamları nasıl değişecek? ABD ve Çinli şirketlerin liderliğini üstlendiği “küresel platform savaşları” ekosistemi nasıl dönüştürecek; yerel pazarları, yerel firmaları nasıl etkileyecek?
Doğrusu yerel düzeyde çok parlak bir tabloyla karşılaşacağımızı sanmıyorum. Daha açık bir dille ifade edecek olursak şu an faaliyetteki şirketlerin ezici bölümü tarihe karışmış olacak.
Ne yazık ki şirketlerin çoğu gelmekte olanı göremiyor ve değişime uyum sağlayamıyor.
STATÜKOYA TESLİM OLMUŞ OLABİLİRSİNİZ!
Yakın zamanda yayınlanan ve Andrew McAfee ile Erik Brynjolfsson’un “Makine, Platform, Kitle / Dijital Geleceği Kucaklamak” kitabında bunun nedeni bakın nasıl açıklanıyor:
“Geriye dönüp bakıldığında çok bariz görünen teknolojik ilerlemeleri, ortaya çıktıkları dönem tam olarak görmek neden zordur? Neden en zeki ve deneyimli, üstelik değişimden en çok etkilenen insanların ve şirketlerin çoğu, bu değişimi görmeyi beceremez?
Farklı alanlarda yapılan araştırmaların tamamı aynı sonucu gösteriyor. Yerleşik şirketler o kadar becerikli, bilgili ve kendilerini statükoya kaptırmış oluyorlar ki yaklaşmakta olan şeyleri göremiyor ve yeni teknolojilerin potansiyelini ve olası evrimini fark edemiyorlar. ‘Bilginin laneti’ ve ‘statüko önyargısı’ olarak adlandırılan bu olgu, başarılı ve iyi yönetilen şirketleri bile etkileyebilir. Mevcut süreçler, müşteri ve tedarikçiler, uzmanlık havuzu ve genel zihniyet, yerleşik şirketlerin statükodan büyük ölçüde ayrılan yeni teknolojilerin sunduğu olasılıklar gibi apaçık olması gereken şeylere gözlerini kapamasına yol açar.”
Yani diyor ki yazarlar, şirketler teknolojinin yarattığı değişim dinamiklerini kavramakta o kadar hantal ve isteksiz davranıyorlar ki, altlarından kayan zeminin farkına varamıyorlar. Alıştıkları yol ve yöntemlerin ilelebet süreceğini sanıyorlar.
Yaygın yanılgılardan birisi de şu; şirketler teknoloji ve dijitalleşme adına bir takım donanımsal ve yazılım yatırımlarıyla değişim yönünde adım attıklarını, yatırım yaptıklarını düşünüyorlar. ERP, SCM, CRM, MES benzeri yazılımlar, makine parkındaki teknolojik yeniliklerin değişim için yeterli olmasını umuyorlar. Ama değişimin temel felsefesini kavrayamadıkları için bu süreci yönetme becerisi sağlayamıyorlar.
MESELE TEKNOLOJİ, DİJİTAL YATIRIM DEĞİL; ÜRETİM SÜRECİNİ YENİDEN TASARLAMAK
Bakın, Andrew McAfee ile Erik Brynjolfsson, Endüstri 2.0 olarak adlandırılan elektrik devrimi sırasında da çok sayıda şirketin tarihe karışmasındaki ayırt edici temel unsuru nasıl açıklıyorlar ki, bugünü anlamak için kanımca birebir…
“Akıllı bir şekilde kullanılan elektrik enerjisinin, bir fabrikayı başka türlü olamayacağı kadar verimli hale getirdiği açıktır. Ama asıl kazanç, buharlı motorların yerine elektrikli motorların kullanılmasından değil, üretim sürecinin yeniden tasarlanmasından kaynaklanıyordu. Elektrik enerjisini akıllı bir şekilde kullanan fabrikalar – her makineye motorların bağlı olduğu, montaj hatlarının, konveyör kayışlarının ve tavan vinçlerinin kullanıldığı – rekabet savaşında önemli bir silah konumundaydı. Daha azla daha çok üretebiliyor, sahiplerinin rakipleri karşısında fiyat kırmasına, esnek davranmasına, piyasanın ürünlerine doymasını sağlamasına olanak tanınıyordu. Her fabrikanın elektrik enerjisini akıllı bir şekilde kullanmadığını da biliyoruz. Kimi şirketler ve yöneticileri birim tahrikinin potansiyelini görmüş ve benimsemişti. Kimileri ise yıllardır konuyu tartışmaya devam ediyordu. Bütün bu nedenlerden dolayı, elektrik enerjisini benimseme konusunda elini çabuk tutan şirketler, köklü endüstriyel tröstlerin birçoğunun ölümüne doğrudan katkıda bulunmuş gibi görünüyor.”
Tarih bir kez daha tekerrür ediyor gibi. McAfee ile Brynjolfsson’un aktardığı gibi, “Asıl kazanç, buharlı motorların yerine elektrikli motorların kullanılmasından değil, üretim sürecinin yeniden tasarlanmasından kaynaklanmasında” olduğu gibi, bugün de üretim sürecini yeniden tasarlamadan, organizasyonu yeniden planlamadan tek başına teknoloji ve dijital yatırımlar “üretkenlik, verim, karlılık, rekabet avantajı” sağlamaya yetmiyor.
GEÇMİŞ, HATTA MEVCUT BAŞARINIZ GELECEĞİNİZİ GARANTİ ALTINA ALMAZ!
McAfee ile Brynjolfsson, devam ediyor:
“Elektrik enerjisini sadece daha iyi bir enerji kaynağından ibaret gören fabrika sahipleri, meselenin özünü kaçırmış ve zaman içinde kendilerini elektrik enerjisi kullanan rakiplerinin gerisinde bulmuşlardı. Bu hantal şirketler belki de kusursuz ürünler üretiyor, mükemmel bir pazarlama çalışması yürütüyor ve etkin dağıtım zincirleri aracılığıyla sadık müşterilerine satış yapıyorlardı. Ancak fabrikalarında elektrik enerjisini akıllı bir şekilde kullanmadıkları durumda er geç sektörün dışına itiliyorlardı. Fiyat konusunda rekabet edemiyor, ürünlerini piyasaya yeterince hızlı ulaştıramıyor, farklı bir ürünün üretimine kolay kolay başlayamıyorlardı. Geçmişte kendilerini başarıya ulaştıran şeyleri yapmaya devam etmelerine rağmen – daha doğrusu tam da bu yüzden – rekabet güçlerini yitiriyorlardı.”
Yıkıcı yenilik (disruptive innovation) koşullarında şirketlerin ayakta kalma şansı bugüne kadar kendilerini başarıya götüren süreçleri tekrarlamaktan geçmiyor. Bu, hala bu başarılarını sürdürüyor olsalar bile böyle.
120 yıl önce endüstri 2.0 değişim sürecinde elektriğin endüstrideki yayılma hızına göre bugün dijitalleşmenin endüstri genelinde yarattığı hız çok daha fazla. Endüstri 4.0 sürecinin nasıl sonuçlanacağını anlamak için, 100 yıl öncesine bakmak, endüstri 2.0’dan ders çıkarmak yeterli.
Tabii bunun için hala zamanınız, imkanınız kaldıysa…